Çarşamba, Mayıs 14, 2008

TUTKU: Yoksa, unutun.

http://www.writersstore.com/article.php?articles_id=341

Uzunca bir aradan sonra bir çeviri ile dönüyorum. Bu eski yazıyı, writersstore arşivlerinde tam da kendim için uygun bir zamanda buldum: amatörce de olsa, bir senaryo üzerinde çalışmaya başladığımda. Bana o kadar çok hitap etti ki, hemen buraya eklemek istedim.

Ancak orjinal metin içinde benim İngilizcemin yetersiz kaldığı çok yer var. Birçok deyimi göz göre göre ya yanlış çevirdim, ya hiç çevirmedim. Ancak yine de verilmek istenilen mesajın çok açıkça anlaşılabilecğini umuyorum.

Yanlışlıklarım için peşinen özür dileyerek;

----------------------

Yeni bir senarist olarak Holywood’un engellerini sökebilmenin tek yolu onları tutkunuz ile yakıp kavurmanızdır. Hikayenize ve onu sürükleyen kahramanlarınıza olan tutkunuz. Tutku olmadan senaryonuz kural ve ayarlamalardan oluşmuş bir teneke oyuncaktan, hikaye vurgu noktalarından ya da yapısal olarak dizilmiş anlamsız tartışma konularından daha fazlası değildir. Bunu da kimse görmek, ya da filme çekmek istemez.

Bir gün temsilcim acele ofisine gelmemi söyledi. Yeni bir hikaye için müthiş bir fikir bulmuştu ve ben de bunu yazacaktım. Beni oturttu ve bir saga, bir efsane yazacağımı söyledi. Kürk endüstrisinin nesilden nesile 400 yıllık ele alınışı.

Kürk endüstrisi mi?

Bekle diye haykırdı ve 1610’da Thunder Bay’de başlayan bir hikayeyi uzun uzadıya anlatmaya koyuldu; Mississipi Nehri’ne, oradan St.Louis ve batıya açılan kapıya ulaşan hayvan postu avcıları ve kürkten büyük servet yapan John Jacop Astor, Rusya ve Güney Afrika’daki görkemli salonlar. Komünizmin kongre üzerindeki etkileri, ölümcül birleşme savaşları; bunların hepsi nesilden nesile, dört yüz yıldan uzun bir sürede iki aile üzerinden anlatılacaktı.

“Başlığı bile buldum senin için” diye bağırdı temsilcim. “VİZON!”.

Oturduğum yerde iyice gaza gelmiş, bu hikayeyi yazmak için ağzımdan sular akar vaziyetteydim. Hiç vakit kaybetmeden kitapçıları ziyaret ettim, internette surf yaptım, kürkçü dükkanlarını, balıkçıları ve vizon çiftliklerini gezdim.

İki yıl boyunca çalıştım ve çalıştım... ve her seferinde başarısız oldum, tekrar başarısız oldum. Yapamadım. Tüm aile için bir 75 sayfa daha yazmayı –ki önerilen toplam sayfa sayısı 700 idi- ve sonra onları bırakıp 75 yıl ileriye, bu sefil yolculuğun yeni bir bacağına gitmeyi kaldıramadım. Bölünmüşlük endişesi beni perişan etti. Bu karanlık başarısızlığa daha fazla tahammül edemedim. Ayrıca bu iğrenç karakterler için bir dakikamı daha harcamak istemiyordum. Ama aşırı inatçılığımdan olsa gerek, bazı mazoşist dürtülerle olayın içinde kaldım ve heyecansız köpeği tekmelemeye devam ettim.

İki yıl boyunca günlük hayal kırıklıklarımın sonrasında bir arkadaşım bana şu soruyu sordu: “Chris” dedi, çaresizliğimi görerek. “Sen hiç bu tür kitapları okur musun?”

Aman allahım! Gerçekten, bu solmuş gevezelik sagalarını okumaktan İĞRENİYORDUM. Aileleri, konumları değiştirmeye devam etmedim. Bunu öğrenmek iki yılımı aldı. Ve öğrendiğim ders şu oldu: bir tür, hikaye ya da karakterler hakkında derin bir tutku hissetmediğin sürece asla yazma. Nokta.

O zaman size bir soru sormama izin verin. Bir kitapçıda yürürken nereye gidersiniz? Korku? Kadın romanları? Bir filmin vizyona girecek olmasından dolayı heyecanlanıyorsanız bu heyecanınız ne ile bağlantılıdır? Romantik komedi? Pskilojik gerilim? Aksiyon? Macera?

Bu her ne ise sizin yazacağınız da bu heyecana hayli yakın bir şey olmalıdır, çünkü sizin tutkunuz bunun altında yatıyordur. Tutkunuz ve yatkınlığınız. İçinizde bir şeyler fıkırdar. Bu dünya, bu tür, bu form hakkında tüm diğerlerinden daha fazla bilgiye sahipsiniz. Ona saygı duyuyorsunuz. Onu biliyorsunuz. Onu İSTİYORSUNUZ.

Neden bu duyguya ihanet edip bir başkasının size yaz dediği şeyi yazarsınız ki? Ya da endüstrinin aradığı şeyi? Bu bando arabasına binip işinizi bitirdiğinizde, bando çoktan uzaklara gitmiş olacak ve siz de türetilmiş bir çöp parçacığı ile baş başa kalacaksınız.

Diğer taraftan, kendi tutkusunun doyasıya tadını çıkararak orijinallik çiçeğinin açtığı o arzu ormanının derinliklerine giden yeni bir yazarı kaç kez görmüşümdür? O yazı sizi nefessiz bırakacak öylesine güzel, öylesine eşsiz ve öylesine kişisel bir hazineyi gün ışığına çıkaracaktır ki.

İşte yazarken olmanız gereken yer budur. Mesleğin araçlarını öğrenebilirsiniz; ulaşılabilirdirler. Kitaplar okuyun, kurslara gidin ve senaryo yazımının zirvesindeki 112 sayfalık eserlere gözünüzü dikin. Ancak her nereye giderseniz gidin, hikaye ve karakterler için duyduğunuz heyecanı yanınızda taşıyın. Onsuz, hiçbir şeyiniz yoktur.

Onu bulmak için cehenneme ya da uzaya gitmenize gerek yok. Arka bahçenizde, sokakta ya da içinizde olabilir.

Illinois, Lake Forest’li kadının hikayesini hatırlayın. Her sabah mutfak penceresinden, fidan kutularının üzerinden karşı bahçedeki kapıya –ki bir gün orada komşunun 17 yaşındaki çocuğu bir kayık kazası sonucu boğularak ölmüştü- uzanan çimeliği seyrederdi.

Mutfağının penceresinden aile içinde anne, baba ve kardeşinin ölümünden kendisini sorumlu tutan büyük kardeş arasında yayılan eşmerkezli acı çemberlerinin yayılmasını izlemişti.

Bu gerçek gözlerinin önüne serildiğinde Judith Guest adlı yazarın, hikayesini bulmak için uzaya ya a başka bir yere gitme ihtiyacı olmadı. Ve komşularının bu trajedisinden “Ordinary People” (Sıradan İnsanlar) doğdu. Ufak bir şey her şeyi söyler. Sıradan insanların sıradışı durumlar içinde bulunmasından, bir yazar en iyi pathos, ethos ve thanatosun bulunduğu bir dünya yaratabilir.

İçe doğru baktığınızda tutkunuzu sarmalayacak kapasiteyi bulacak ve böylece dışa doğru bunu senaryonuzun sayfalarına resmedeceksiniz, gün be gün, ta ki bu orijinal sanat eseri, kendisini okuyan herkesi hayretlere düşürecek olan dünyaya yolculuğunu tamamlayana dek.

Stüdyolarda neyin revaçta olduğunu unutun. Gerçekten revaçta olan, sizin bir hikaye ve onu kendileri aracılığıyla anlatacağınız karakterlere olan tutkunuzdur.

Bununla Hollywood engellerini YIKABİLİRSİNİZ. Ya da yıllar boyu trendleri takip eder ve başkalarının yaptıklarından o kadar da iyi olmasına rağmen sizin işinizin neden boşa gittiğini düşünürsünüz.

Gool Will Hunting bir yüksek-teknoloji gerilim hikayesi olarak başlamıştı, yönetmen Rob Reiner ona el atana kadar. Affleck ve Damon’a neden, içinde gerçek bir hikaye, işkence görüp kendi korkularının hapishanesine kapatılmış bir dahinin küçük hikayesi dururken bu eski kavgaya gittiklerini sorar. Hikaye, der Reiner, Will Hunting’i korkularından azat etmekle ilgilidir, çocukların dahisinin üstün teknolojiyi kötüye kullanıp kullanmayacağı ile ilgili değildir ve takip Boston caddeleri içinde olacaktır.

Bu öğüdü dinlerler ve psikolojik açıdan işkence görmüş bir genç adamın korku merkezlerinin –kalp, deha ve ruh- bunları açığa çıkaracak karakterler tarafından zorlanmasına dair tutkulu bir hikaye kaleme alırlar. Harvard’lu kız; kalp, MIT profesörü; deha ve eksantrik bir psikiyatr; Will Hunting’in karanlık parçası, eziyet çeken ruhu.

Ve böylece bu küçük hikaye için hissedilen gerçek tutku müthiş insani açılımları gözler önüne serer, Will dışarı çekilmiş ve sürekli olarak önceden saklandığı yere kaçmaya çalışmaktadır. Ancak ne kadar çok dışarı çıkarsa hapishanesinin kapıları o kadar kapanmaya başlar. Sonunda kendi şeytanlarıyla yüzleşmek zorunda kalır, bu da Damon ve Afflect için fazlasıyla hakettikleri Akademi Ödüllerini alırken yüz milyonlarca insanın önüne çıkmak demek olacaktır.

Ve bunların hepsi birilerinin onlara yüksek teknoloji gerilim zırvalıklarıyla meşgul olmamalarını –ki bu çalışma DVD çöplüklerinde kendine yer bulacaktı- bunun yerine tutkularını ve kayıp kahramanları, güney tersanelerinde bir kulubede yaşayan ve ümitsizce evinin yolunu bulmak isteyen Will Hunting’i kovalamalarını söyledi diye olmuştur.

Herşey tutkuyla ilgilidir. Bu bir yazarın imzası, sesi ve eşsizliği haline gelir ve eve dönüş yolunu bulabilmekle bulamamak arasındaki farkı oluşturur.


For a new screenwriter, the only way to tear down the Hollywood barriers is to burn them down with your passion. Your passion for the story and for the characters who drive it. Without Passion, your script is no more than a tinker toy network of rules and regulations, plot points and pinwheels, bare architectural bones which no one wants to see, or make.

My agent one time told me to hurry up to his office; he had the next great idea for a novel and I was going to write it. He sat me down and told me that I was going to write a saga, a 400-year multi-generational take on the fur industry.

The fur industry?

Wait, he shouted, and proceeded to spin out a tale that began in Thunder Bay, in 1610; the fur trappers that opened up the Mississippi River; St. Louis and the gateway to the West; John Jacob Astor’s vast fortune via fur; the great salons in Russia and South Africa. The Communist influence in Congress, the murderous union battles; all told through two families, generation after generation, over four hundred glorious years.

“I even have the title for you,” my agent cried. “Call it - MINK!”

By this time was I was up on his desk, inflamed, salivating to write this story. Off I went to the stacks, to the Internet, to furriers, to fisheries and mink farms.

For two years I worked and worked ... and failed and failed. I couldn't do it. I couldn’t bear to write another 75 (of the proposed 700) pages on an entire family and then lose them because I had to jump 75 years ahead to the next leg of this miserable journey. Separation anxiety tore me apart. I could not tolerate this dark failure any longer. Nor did I want to spend another minute with these awful characters. But I’m nothing if not dogged, spurred on by some masochistic fiend driving me from within, and I kept kicking this passionless dog.

After two years of daily frustration, a friend asked me a question: “Chris,” she said, seeing my despair, “do you even like to read these kinds of books?”

Oh my GAWD! In fact, I LOATHED reading these overblown windbag generational sagas. I couldn’t stand to shift locations so often, and families – and GEARS! It took me two years to learn that. And the lesson was: never write anything unless you have a profound passion for the genre, story, and characters. Period.

So let me ask you a question. When you walk into a bookstore, where do you go? Thrillers? Woman’s fiction? When you get that tingle at hearing about a movie coming out, what is that tingle attached to? Romantic comedy? Psychological Thriller? Action adventure?

Whatever it is, it means that what you write should be pretty damn close to that tingle because that’s where your passion lies. Your passion and familiarity. Something in you clicks. You know more about that world, that genre, that form, than any other. You respond to it. You know it. You CRAVE it.

Why would you want to betray that feeling and write something that somebody else tells you to write? Or what the Industry is looking for? By the time you get on that bandwagon and get it done, the bandwagon will be long gone and you’ll be left with a piece of derivative junk.

On the other hand, how many times have I seen a new writer feast on his or her passion by going deep into that jungle of desire where the flowers of originality bloom? And later emerge with a treasure so beautiful, so unique, so personal that it leaves you breathless.

That’s where you should be when you write. You can learn the tools of the trade; they’re available. Read the books and go to the classes and pore over the top screenwriting guns and their 112-page masterpieces. But, wherever you go, carry your passion for story and character with you. Without it, you have nothing.

You don’t have to go to hell to find it, or into space. It may be in your backyard, or down the street, or it may be in you - something that once pitted you against the dogs from hell and you prevailed.

Remember that story about the woman in Lake Forest, Illinois, who every morning looked out of her kitchen window, over the planter boxes and across the lawn to next door – where one day a 17-year-old neighbor boy drowned in a boating accident?

From her kitchen window she watched concentric circle of pain spread like bile over the mother, father and younger brother who blamed himself for his brother’s death.

Judith Guest, a writer watching this unfold, didn’t have to go into space or anywhere else to find her story. There it was, in her back yard. And from this neighborhood tragedy Ordinary People was born. The title says it all. From ordinary people in extraordinary circumstances, a writer can build a world filled with the best pathos, ethos and thanatos.

If you look inward, you’ll find the capacity to embrace your passion and then outwardly paint it on the pages of your screenplay, day after day, until this original piece of art can make its way into the world where it will astonish all who read it.

Forget what’s hot at the studios. What’s truly hot is your passion for a story and the characters through whom to tell it.

You CAN burn down Hollywood barriers with it. Or you can follow trends for years and wonder why your work - far better than what others have done - has gone nowhere.

Good Will Hunting started out as a high-tech thriller – until director Rob Reiner got his hands on it. He asked Affleck and Damon why they were going into that old fray when inside their overripe piece of derivative fluff there was a true story, a small story about a tortured genius locked into a prison of his own fears. The story, said Reiner, is about releasing Will Hunting from his fears, not about whether the high-tech outfit gets to exploit the guy’s genius, and the chase is on through Boston streets.

They took his advice and crafted a passionate story of a psychologically tortured young man whose fear centers – the heart, the genius and the psyche – were challenged by characters created to pull him out. A Harvard girl, the heart. An MIT professor, the genius; and an eccentric shrink, the darkest part of Will Hunting, his tormented soul.

And so, the real passionate feel for this small story with big human implications unfolded, with Will being pulled out and always trying to escape back to where he had been hiding. But the more he came out, the doors to his prison began to close. He had finally to face his demons, while Damon and Affleck had to face hundreds of millions of people when they went up to collect their well-earned Academy Award.

And all because somebody told them not to bother with the big high-tech thriller stuff that would find its way into the DVD bins, but to instead tap into their passion and their lost guy, Will Hunting, living in a shack on the docks of Southie who desperately wants to find his way home.

It’s all about passion. It becomes the writer’s signature, voice and uniqueness, and makes the difference between finding the way home or not at all.

About the Author:
Christopher Keane is the author of over two dozen books and screenplays, including "The Hunter"(Paramount) and, most recently, "How to Write a Selling Screenplay" (Broadway/Random House)and "Screenwriting in the New Hollywood" (Penguin/Putnam). He speaks throughout the U.S. and in Europe and leads several workshops each year. Chris is an adjunct professor in the Emerson’s College Writing Literature and Publishing Graduate School and has taught and lectured at NYU Film School, Harvard, Smithsonian. He offers an array of script doctor services - contact him at Keanewords@aol.com.