Pazar, Ekim 27, 2013

Benim dünyam, tutan ve bırakan...

İlk olarak filmi şu ana kadar seyretmeyenlerin de okuyabilecekleri bölümle başlamak istiyorum;

Filme gitmeden önce bir çok farklı kişinin "Babam ve Oğlum'dan daha çok ağlatacak" dediğini duydum ve çok şaşırdım. "Bir filmin öncelikli amacı çok ağlatmak olabilir mi hiç?" diye söylendim kendi kendime.

Ancak izledikten sonra kesinlikle diyebilirim ki keşke böyle bir amaç ve hedef hiç ortaya konmasaydı, seyirci bu şekilde şartlandırılmasaydı...

Benim Hikayem, ilk dakikadan itibaren insanın boğazında bir yumru oluşturan ve sonuna kadar bu yumruyu bırakmayan, ama bir dizi küçük hata yüzünden bu yumrudan daha ötesine de pek gidemeyen bir film. Özellikle Beren Saat'in, ama bence ondan daha da çok, küçük oyuncu Melis Mutluç'un görkemli oyunculuklarıyla başarılı olmaya aday, (Uğur Yücel'i söylemeye bile gerek yok!) bunu daha ilk sahnede hissediyorsunuz. Filmin hikayesi çok güzel. Temel çatışma daha ne kadar güçlü olabilir? Kör ve sağır bir kızın üniversiteden mezun olması. Filmin iki kahramanı ile de hemen empati kurabiliyoruz. Bütün bunlar filme bir başyapıt olabilme potansiyeli yüklüyorlar.

Filmin ilk beş, on dakikasında bu güçlü duyguyu hissetmeye başladığımda önce üzüldüm, keşke bu senaryo bir Hint filmi uyarlaması değil de özgün bir senaryo olsaydı diye, ancak yapacak bir şey yoktu, bu film Black filminin bir uyarlamasıydı, bunu da gizlemiyordu.

İnsanda çok güçlü hisler uyandırabilecek pek çok sahne var. Film bunların her birinde sizi tutuyor, bir süre daha tutuyor, sonra araya giren zayıf, ya da manasız bir sahne ile bırakıveriyor. Biraz sonra tekrar tutuyor, sonra tekrar bırakıyor. Film böyle tutup bırakmalarla geçtiği için, boğazınızda düğümlenen o şey daha ileriye gidemiyor.

Bu filmi Babam ve Oğlum ile kıyaslamak çok saçma. Birinde çoğumuzun, özellikle de Türkiye'de yaşamış insanların çoğunun yaşamış olduğu bir 80 öncesi dönem ve tipik bir Türk baba-oğul hikayesi anlatılırken diğerinde hiç birimizie tanıdık gelmeyecek bir engelli çocuk hikayesi var. Hatta engelli çocuk hikayesi bile hem kör, hem de sağır bir çocuğun hikayesi, o denli uç noktada. Bir filmde hepimiz kendi hayatlarımızdan bir şey bulurken diğerinde bize tamamen yabancı bir yaşamı izliyoruz. Aynı şekilde duygulanıp ağlamamızı beklemek çok garip.

Ancak ne yazık ki, "Benim Hikayem", bu büyük zorluğun da üstesinden gelmek üzereyken tam anlamıyla gelememiş, hani tabir-i caizse "direkten dönmüş".

Yazının bundan sonraki bölümünde film ile ilgili spoiler bulunuyor. İzlememiş olanların ve izlemeyi düşünenlerin okumaya devam etmemesini tavsiye ederim.

Film bittikten sonra "neden daha fazlası olmadı?" sorusunun cevabını bulmaya çalıştım. Temel hikaye ile ilgili bir kusur bulamadım. Ancak sahnelerle ilgili bazı sıkıntılarım vardı. İşte bu sahnelerin bana yaşattığı "tutma-bırakma" durumunun filmin daha ileriye gitmesini engellediğini düşünüyorum.

Anne, çocuğunun hem kör hem de sağır olduğunu öğreniyor. Bundan daha yoğun bir duygu düşünemiyorum. Burada film sizi tutuyor, biraz sonra çok iğreti bir baba figürüyle bırakıyor. Duygu devam edemiyor, çünkü anne gerçek, baba ise gerçek değil, yapmacık.

20 gün boyunca Mahir hocanın Ela'ya verdiği zorlu eğitimi izledikten sonra eve dönen babanın 20 gün önce kovduğu hocayı karşısında görmesi üzerine biraz daha fazla tepki vermesini beklerdim! Sonuçta kendi deyimiyle saygısız ve üstelik alkolik bir adam kendisi yokken evde kalmış. Ayrıca bu 20 günlük zorlu mücadelenin son dakikada oluşan bir mucizeyle tatlıya bağlanmaması bence daha iyi olurdu. Tatlıya bağlandığında babanın yaşadığı dönüşümü daha fazla anlayabilmemiz gerekirdi.

Sonuçta 20 günlük eğitim boyunca bizi "tutan" hikaye, sonuçlanış şekliyle "bırakıyor".

Sonra tekrar tutuyor ve bence çok garip bir üniversite komisyon sınavı sahnesiyle tekrar bırakıyor. Her sahne kendi içinde çatışma içermelidir. Komisyon sahnesinde de Ela'nın karşısında duran 4 kişinin onun üniveristeye kabulü önünde engel teşkil etmeleri beklenir. Zaten sorularıyla da bunu gösteriyorlar. Ancak Ela'nın verdiği cevaplar hiç de "ooo" dedirtecek cevaplar değil. Senaristler adeta bu sahneyi yazarken pek de fazla uğraşmak istememişler. Ela bu sınavda, karşısındaki 4 kişiyi üniversitede okumaya layık olduğunu ikna etmek durumunda. Bunu "dünya yuvarlak olduğu için Amerika Türkiye'nin doğusunda da olabilir, batısında da", ya da kaç okyanus var sorusuna "benim için her damla bir okyanustur" diyerek mi yapacak? Bu cevaplar şahsen beni pek de etkilemediler, öyleyse "baş belası" 4 komisyon üyesini nasıl etkiledi de hepsi birden bu kızcağızı alkışladılar?

Sonra film bizi tekrar tutuyor. Ta ki Ela'nın kardeşinin nişan yemeği gecesine kadar. Evet, biz o ana kadar kız kardeşinin Ela'yı kıskandığını görmüştük, ancak artık çok olgun ve neşeli bir insana dönüşmüş olan Ela'nın bu yemeği neden berbat edebileceğine dair elimizde hiç bir ipucu yokken bunun gerilimini yaşamamız beklenmiş. Elbette neye gerileceğimizi bilemiyoruz. Kız kardeş yemekte gayet güzel, duygusal bir konuşmaya başlamışken birden konuşmayı "ikimiz birden düştük, siz Ela'yı kaldırdınız, bense yerde kaldım, hala da yerdeyim" mertebesine getiriyor. Üstelik daha biraz önce kendisi Ela'ya "lütfen bu güzel gecemi mahfetme" demişken.

Bu sahne öylesine zoraki araya sıkıştırılmış duruyor ki, film bir kez daha tuttuğu seyirciyi bırakıyor.

Ela'nın üniversite mezuniyetinde yaptığı konuşma da, bence çok yanlış bir tercih. Film daha önce birkaç noktada çok fazla duygu sömürüsüne girebilecekken hiç uzatmayıp kesmişti, bu da senaryonun tarzı olarak bizi etkiliyordu. En güzel örnek Mahir hocanın Ela'yı bıraktığı andı. Bu sahne üzerinde çok durulabilir ve epey bir ağlama malzemesi çıkarılabilirdi, ama benim şahsi fikrim, harika bir tercihle hiç öyle yapılmadı ve böylece bence daha yoğun bir duygu yaşamamız sağlandı.

Aynı şekilde Mahir hocanın Ela'yı parkta unutup gittiği sahne de, kör ve sağır bir kızın nasıl bir çaresizlik içinde kalabileceğini bize gösterdi, o duyguyu yaşattı ve uzatmadı.

Bu sahnelerin hiç biri lüzumsuz konuşmalarla uzatılmamışken mezuniyet sahnesinin bu kadar uzun tutulmasını yadırgadım doğrusu.

Sonuç olarak "Benim Hikayem" bence çok güzel bir sevgi hikayesi. Seyredilmeye değer, hayli başarılı bir film. Ancak senaryodan kaynaklanan, üzerinde biraz kafa yorulsa çok rahatça çözülebilecek problemler ve hatalar yüzünden başyapıt olmaktan çok uzak kalmış. Ancak yazıma şöyle bir göz attığımda, olumsuz bölümlerin olumlulardan çok daha fazla yer tuttuğunu üzülerek farkediyorum. Film kesinlikle bu orantısızlığı hak etmiyor. Örneğin Ela'nın sınavlardan öyle kolay kolay geçmemesi, habire sınıfta kalması çok güzeldi. Mahir hocanın alzheimer başlangıcı bence çok güzel verilmişti.

Ben filmden pek çok güzel an yaşamış olarak ayrıldım, ama ah bir de bu tut-bıraklar olmasaydı...

Perşembe, Eylül 19, 2013

Ben Onu Çok Sevdim: Yeni bir kaçırılmış fırsat

Eğer Adnan Menderes'in yaşamı ve Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili bir dizi çekiyorsanız hata yapma lüksünüz, herhangi başka bir diziye nazaran çok daha az olmalı. Bu tip kaçırılmış fırsatlar beni üzüyor. Konu şu dönem için tam zamanında işlenecek bir konu, herkesin merak edeceğinin garantisi var.

O zaman şu hataları nasıl olur da yaparsınız?:

1950'lerde yaşıyoruz. Adam ülkenin başbakanı, evli, kadın ise ünlü bir opera sanatçısı, evet kocasıyla evliliği bitme noktasında, ama halen bir çocuğu var ve boşanmış değil.

Böyle bir durumdayken yanlarında gençlik dizilerinden fırlamış gibi bir arkadaş, sürekli bu ikisinin arasında oluşacak aşkın ne muhteşem bir şey olacağına dair ellerini çırparak ortada dolaşıyor, hatta bu sevincini Ayhan hanımın annesiyle bile sık sık paylaşmaktan kendini alıkoyamıyor!

Daha açık dile getireyim, bir kadın, ülkenin başbakanı karısını en yakın arkadaşıyla aldatsın diye büyük bir heyecan duyuyor.

Akıllara ziyan bu merkez etrafına cereyan eden olaylar, istedikleri kadar dramatik olsunlar, biz nasıl etkileneceğiz?

Bunun dışında Türk dizilerinde son zamanlarda biraz sık gördüğüm başka bir hata var. Tek başına söyleyince çok etkileyici olacak bir sahne düşünülüyor, ve bu sahne hiç bir dayanağın üzerine oturtulmadan öylece önümüze getiriliyor. Evet, birinci bölümün sonundaki ana fikir çok etkileyici. Bir kadın, yapacağı kaçamağın suçluluğu ve heyecanı içinde evde bekliyor, diğer kadın, adamın karısı, yeni bir şevkle kocasını evde bekliyor ve küçük çocukları da odasının camında babasının yolunu gözlüyor.

Yaratılan bu durum ve çatışma gerçekten tek başına güçlü.

Ama bunun bizde bir duygu uyandırması için gerçekten böyle yaşandığını düşündürmesi gerekiyor. Oysa biz o sırada şu tip sorularla boğuşuyoruz:

Ülkenin başbakanı, akşam şehre dönüyor ve kimse saat kaçta nerede olacağını bilmiyor mu?

Ayhan hanıma randevu verdi ama saat kaçta geleceğini söylemedi mi?

Eve gelmeyeceği belliyse karısına geç kalacağını haber vermedi mi?

Ülkenin başbakanı özel şöförüyle birlikte bir kadına akşam yemeğine gidecek ve bundan hiç bir gazetecinin haberi olmayacak mı?

Yoksa biz sahiden 1950'lerde böyle şeylerin doğal karşılandığı bir ülkede mi yaşıyorduk???

Çarşamba, Eylül 18, 2013

Kayıp, 1. Bölüm Üzerine

Kayıp, hiç kuşkusuz kaliteli görüntüleri, iyi oyunculukları ve merak uyandıran hikayesiyle; iddialı bir dizi. Ancak ilk bölümü seyrettiğimde senaryoda bu iddialı duruşu destekleyecek bir omurga bulamadım.

Neden mi? Öncelikle dizi çok fazla Amerikanvari, bunu sağlayabilmek için de Amerikanvari her türlü klişe kullanılmak istenmiş. "Patavatsız polis" Mehmet Kantarcı bunun en sağlam örneği. Hikayede böyle bir kişilik elbette ki kullanılabilir, ancak bunun temellerini de sağlam atmanız gerekiyor. Oysa biz ilk sahnede ne görüyoruz? Ailenin avukatı bir şekilde eski arkadaşı Mehmet'i hatırlıyor ve ona bu davayı öneriyor. Biz bu sırada Mehmet'i arabasını tamir ederken, arkadaşına "ya kusura bakma, ofisi de su bastı" derken görüyoruz. Yani bu kahramanın öyle patavatsız, kaba, en dramatik durumla bile dalga geçecek bir tip olduğunu hissettirecek hiç bir şey görmüyoruz. Mehmet bey gayet mütevazı, sakin, hani geçim sıkıntısı çektiği belli, para için bu işe hayır demeyi göze alamayacak bir tip gibi sunuluyor bize.

Sonraki sahnelerde ise, aynı Mehmet Kantarcı, ailenin içine girip herkesi sorguya çeken, olur olmaz yerlerde gülüp insanları şaşırtan, kalbini kıran bir adama dönüşüveriyor. Tamam, hikayede böylesine ilgi çekici, aykırı bir karakter kullanmak güzel, ancak başlangıçta bize bunun hazırlığı hiç mi hiç sunulmadığı için net bir kopukluk hissediyoruz. Sanki ilk sahnede gördüğümüz Mehmet ile evin içinde dedektiflik yapan Mehmet aynı kişi değil.

Bölümün başından sonuna kadar hep tutarlı kişilikte ilerleyen sadece iki kişi var. Leyla ve Özlem. Özlem de arada çok absürd şekilde Mehmet'in yaptığı bir espriye gülebildi ama buna "anlık bir çekim hatası olmuş herhalde" diye yaklaşmakta fayda var!

Kemal, belki çocuğuyla problemler yaşamış ama en baştan sona kadar adeta "ensesine vur lokmasını al" gibi bir karakterde ilerlerken son sahnede kargoyu aldıktan sonra birden duvarları yumruklayan, küfürler saçan bir adama dönüşüyor.

Kerem, kaçırıldığını anlayana kadar ağlayan, korkan bir çocukken gözünün önünde iki kişiyi öldürüp yakmış adamı elleri bağlıyken ısıracak kadar deli dolu bir çocuğa dönüşebiliyor.

Çok kısa bir süre için tanışmış olsak da Faik, tam anlamıyla acımasız bir katil gibi lanse edilirken çocuğu ellerinden kaçırmış iki elemanı affedebiliyor.

Karakterlerin tek yönlü olmaması elbette iyi bir şey. Güzel hikayeler katilin içindeki insanı, sakinin içindeki çılgınlığı bize gösterirler. Ama daha tanışma faslında hemen hemen herkesi orta çizgide ilerliyor görmek, hikayeyi çok zayıflatıyor. Başlangıçta çok daha fazla uçlarda gezinmek gerekirdi.

Bütün bunlar karakterlerle bütünleşmemizi engelliyor. Dizi güzel, hikaye akıcı, ama bir şeylerin eksik olduğu hissediliyor.

İkinci büyük problem, birinci bölümdeki temel çatışmanın yanlış yerde kurgulanması.

Kaçırma hikayelerindeki en büyük gerilim hiç kuşkusuz kaçıran kişi ile aile arasındaki gerilimdir. Buna odaklanmak gerekirken ilk bölümün büyükçe bir bölümü Mehmet Kantarcı'nın evin içinde insanları sorgulamasıyla geçirilmiş. Evet, bu sırada diğer karakterleri tanıyoruz, her birinin gizemli yönlerini yavaş yavaş görmeye başlıyoruz, ama bu sanki zoraki bir tanıtım sekansı gibi işliyor. Adeta senaristler "biz bu kişileri seyirciye nasıl tanıtırız?" diye düşünüp böyle bir çözüm üretmişler. Ama bu çözüm hikayeye hizmet etmemiş.

Böylesine gerilim dolu bir hikaye için mümkün değil gibi geliyor, ama aslında bu sırada hiç bir çatışma olmuyor. Çocuk kaçırılmış, Mehmet'in evde yapacağı sorgulamalar çocuğun bulunmasına o aşamada asla yardımcı olmayacak. Kaçıranların bunu fidye için yaptığı belli, yani gelecek olan telefonu bekleyecekler. Yani bu aile Mehmet'in saygısızca kendilerini araştırmasına filan muhtaç değil. Bu muhtaç olmama durumu ister istemez "ee o zaman neden katlanıyorlar bu adama?" diye bizi biraz rahatsız ediyor.

Neyse ki final sahnesinde gerilim de, çatışma da zirve yapıyor.

Sonuç olarak çoğu kişi gibi ben de merak edip ikinci bölümü seyrederim, ama bu ufak tefek hatalar diğer bölümlerde de devam ederse dizi potansiyelinin çok altlarında kalır diye tahmin ediyorum.




Cumartesi, Nisan 20, 2013

AŞK

Elif Şafak'ın AŞK'ını okuduğumda çok etkilenmiştim. "Ticari olarak da bu kadar büyük başarı sağlamış bir kitabın mutlaka filminin çekilmesi gerek" diye düşündüm ve kendimce epey emek harcayarak bir senaryo yazdım. Açıkçası bu kadar çok iç konuşma ve mektubun olduğu bir romanı film haline getirmek gerçekten zorlu bir süreçti.

Sonuç?

Elif Şafak dahil olmak üzere, senaryomu gönderdiğim yerler elbette ki pek ilgi göstermediler.

Olsun.

2011 yılı içinde bitirdiğim çalışma için sanırım artık baki kalan bu kubbeye kendimce hoş bir seda salmanın vakti gelmiştir.

http://www.yazitahtasi.tk/snry-ASK.pdf

Pazar, Şubat 03, 2013

Karganın Bahçesi - Bölüm 1



          Dış/GüN ORMAN

          Bir ormandayız. Uzaktan insan boyunu aşan çalılar görüyoruz,
          biraz yaklaştığımızda içlerinde bir hareketlilik göze
          çarpıyor, bir sopa çıkıp görünüyor sonra kayboluyor, sonra
          bir sırt çantasının ucu, arada bir çocuk kafası ortaya
          çıkıyor, belli ki tökezleyip düşüyor. Bir grup insanın
          ilerlediği anlaşılıyor, onları görmüyoruz, ama konuşmalarını
          duyuyoruz. Homurtular yükseliyor arada.

                              HAFıZ (SES)
                    Hey! Mızmızlanlamayalım arkadaşlar!
                    Gizli bahçeye vardığımızda hepiniz
                    bana teşekkür edeceksiniz.
                    Hayatınızda görecebileceğiniz en
                    güzel doğa köşesine götürüyorum
                    sizi! Yolunu bir tek benim bildiğim
                    bir cennet bahçesi!

                              DUYGU (SES)
                    Hafızcığım, ben şu anda çalıdan
                    başka bir şey göremiyorum ve sana
                    inanmakta biraz zorlanıyorum
                    doğrusu.

                              RÜYA (SES)
                    Anne ben 18 yıldır senin bir
                    erkeğin ağzından çıkmış herhangi
                    bir söze inandığını görmedim ki
                    zaten.

          Bir süre sessizlik olur, nefes alıp vermeler... Arkalardan
          yaşlı bir erkek sesi duyulur, yapmacık bir babacan ses
          tonuyla.

                              YİĞİT (SES)
                    Rüya, tatlı kızım, annenle böyle
                    konuşmasan? Sana yakışmıyor.

          Bir çocuk bıkkın bir ses tonuyla araya girer.

                              KENAN (SES)
                    Moda insanın kendine yakışanı
                    konuşmasıdır oysa.

                              HALİDE (SES)
                    Kenan! Soğuk şakalarının vakti
                    değil.

          

                              KENAN (SES)
                    Öf anne, ben de kendime yakışanı
                    konuşuyorum işte.

                              ÖZGÜR (SES)
                    Bana sorarsan komikti de üstelik
                    Halide...

                              KENAN (SES)
                    Bravo babam! İnce esprilerimi bir
                    tek sen anlıyorsun zaten.

                              HALİDE (SES)
                    Özgür sen yüz veriyorsun buna!

          Özgür ile Kenan kikirderler, Özgür belli ki dirsek atıp
          susturur Kenan'ı. Bu sefer daha çekingen, daha alçak sesle,

                              öZGüR (SES)
                    Sadece doğruları söylüyorum.
                    Sonuçta biraz saygısızlık etmiş
                    olabilir, ama espri komikti.

                              ŞİVA (SES)
                    Arkadaşlar! Nefesimizi konuşmak
                    için değil de, etrafımızdaki şu
                    pozitif enerjiyi solumak için
                    harcasak diyorum...

                              ORHAN (SES)
                    Pozitif enerji derken burnumuza
                    giren otları mı kastediyorsun Şiva?

                              ŞİVA (SES)
                    Nasıl görmek istiyorsak öyle
                    görürüz Orhancığım. Nasıl görmek
                    istiyorsak öyle. Sen beyaza bakınca
                    siyah görmek istiyorsan öyle
                    görebilirsin.

          Bir başkasının alıngan tepkisiyle konuşma bölünür.

                              YILMAZ (SES)
                    Şiva hanım, bir şey mi ima
                    ediyorsunuz?

          Uzunca bir sessizlik olur. Kimse bir şey söyleyemez.

                              DUYGU (SES)
                    Anlayamadık Yılmaz bey. Ne ima
                    ediyor olabilir ki?

          Dış/GüN, ORMAN,

          Çalıların içine giriyoruz, zenci bir adamın yüzünden
          açılıyoruz.

                              YILMAZ
                    Özellikle siyah dediniz gibi geldi
                    de bana.

          Yılmaz'ın yanında yürüyen karısı Emine utanç içinde,
          fısıldayarak susturmaya çalışır Yılmaz'ı.

                              EMİNE
                    Yılmazcığım ne alakası var allah
                    aşkına.

                              YILMAZ
                    Ne alakası varmış! Yolculuğun
                    başından beri laf dönüp dolaşıp
                    illa bir şekilde siyaha geliyor
                    farkında değil misin Emine? Başka
                    renk mi yok bu dünyada!

          Kenan muzipçe yaklaşır.

                              KENAN
                    Sen dua et Yılmaz amca, koyu siyah
                    da bir renktir sonuçta.

          Arkadan Özgür'ün güldüğünü duyarız, Halide kıpkırmızı
          kesilmiş, koşarak gelir Kenan'ı tuttuğu gibi uzaklaştırır.
          Kenan cümlesinin sonunu havada uçarken söylemiştir.

                              HALİDE
                    Mor diye de bir renk var ama. Göz
                    moru.

          Yılmaz çocuğun peşinden bakarak sinirli sinirli yürümesine
          devam eder ama biraz önünde elinde asa gibi sopasıyla,
          grubun rehberi Hafız duruyor. Ona çarpıp kendine gelir.

                              HAFIZ
                    Evet arkadaşlar, konuşmayan kalmadı
                    sanırım.

          Kenan arkalarda bir yaşlı kadını işaret eder.

                              KENAN
                    Kaldı.. Müzeyyen teyze daha
                    konuşmadı.

          Hafız bir an tereddüt eder, ne diyeceğini bilemez, sonra
          boşverir, devam eder.

                              HAFıZ
                    Her neyse... Bakın, birazdan
                    yüksekçe bir yerden geçeceğiz,
                    dikkatli olalım lütfen.

          Hafız elindeki sopayla önündeki otları aralar ve aniden
          durur... Önünde geniş bir boşluk açılmıştır. Arkasından
          gelen Yılmaz ona bir kez daha çarpar.

          Dış/GüN, UçURUM KENARı

          Hafız'ın "hafifçe yüksek" dediği yer basbayağı bir uçurum.
          Dağın kenarını takip eden en fazla bir metre genişliğinde
          bir patika var ama yan tarafı göz alabildiğine uçurum,
          aşağısı görünmüyor bile. Duygu dehşet içinde yaklaşır, biraz
          uzaktan, aşağıya bakarak.

                              DUYGU
                    Ne! Bizim buradan geçeceğimizi mi
                    sanıyorsun??? Keçi miyiz biz?

          Yiğit yaklaşır, yaşlı kurt, Duygu'ya hava atma fırsatını
          kaçırmak istemiyor.

                              YİĞİT
                    Korkmayın Duygu hanım, koluma
                    girersiniz, ben sizi korurum.

                              DUYGU
                    Asla olmaz!

          Yiğit biraz bozulur, bu arada Halide, Özgür ve Kenan da
          gelirler. Halide boşluğu görür görmez çığlık atar.

                              HALİDE
                    Aman allahım! Hafız, delirdin mi
                    sen! Buradan geçemeyiz. Hemen şimdi
                    geri dönüyoruz!

          Kenan ise umursamaz tavırlarla iyice kenara kadar gelir.

                              KENAN
                    Hey! Hiç de fena değil haa...

                              HAFIZ
                    Yahu neden korkuyorsunuz? Bugüne
                    kadar buradan düşen olmadı.

          Müzeyyen hanım da gelmiş, çekingen bir şekilde soruyor.

                              MÜZEYYEN
                    Kaç kişi geçti ki buradan Hafız
                    oğlum?

          Hafız kısa bir tereddütten sonra;

                              HAFIZ
                    Ben geçtim, en az beş kez.

                              YILMAZ
                    Sen bugüne kadar buradan kimseyi
                    geçirmedin mi yani?

                              HAFIZ
                    Eee.. Öhöm.. Ama ben geçtim
                    diyorum. Hiç de düşmedim.

                              DUYGU
                    Ha bravo! Hiç düşmemiş!

                              ŞİVA
                    Ama sahiden şimdi tadını kaçırdın
                    Hafız! Bu ne? Bizi buradan geçirmek
                    mantıksızlık!

                              ORHAN
                    Valla Şiva'ya bile mantıktan
                    bahsettirdin ya, gerçekten tebrik
                    ediyorum seni. Ben on yıldır
                    yapamadım böyle bir şeyi.

                              YILMAZ
                    Biz deneme tahtası mıyız kardeşim?
                    Hadi, dönüyoruz geri.

          Yılmaz Hafız'ın kolundan tutup geri çekmeye çalışır.
          Diğerleri de destek olurlar.

                              DUYGU
                    Hemen şimdi dönüyoruz hem de!

                              RÜYA
                    Anneme katılmak hiç hoşuma gitmese
                    de, sahiden...

          Diğerleri de "dönüyoruz" diyecekken, arkalarından dev bir
          gölge yükselir ve inanılmaz derecede gürültülü bir ayı
          kükremesi duyulur.

          Dış/GüN, KEçİ YOLU

          Bir sonraki sahnede ekibin tamamını canhıraş biçimde daracık
          patikada koşarken görüyoruz. Hepsi ayıdan kaçmakta, arkadan
          Hafız sesleniyor.

                              HAFIZ
                    Yahu ne kaçıyorsunuz! Buranın
                    ayıları zararsızdır.

          Ekiptekiler arkalarına dönüp bakarlar, Hafız'ın arkasından
          büyük bir gölge yükselmiş. Çığlık çığlığa kaçmaya devam
          ederler. Hafız hala işin gırgırında.

                              HAFIZ
                    Hem keçi misiniz siz? Bu yolda bu
                    kadar hızlı koşulmaz ki. Maazallah
                    ilk düşen siz olun istemem.

          Bütün ekip yolun darlığına ve tehlikeye rağmen gözlerini
          karartmışlar, bütün güçleriyle koşuyorlar.

          MAğARA AGZı

          Koşa koşa sonunda bir mağara ağzına gelirler, hepsi nefes
          nefese, yere yığılmışlar. Hafız bile derin derin soluyor.

                              HAFIZ
                    İşte macera diye ben buna derim!
                    Değil mi ama?

          Hiç biri cevap vermez. Oturdukları yerden ters ters bakarlar
          sadece.

                              HAFIZ
                    Ne kızıyorsunuz? Ben mi dedim size
                    haldır haldır koşun diye?
                    Manzaranın tadını çıkaracaktık
                    oysa.

          Duygu sinirli bir şekilde yerinden kalkar, Hafız'ın yanına
          gelir. Eliyle geldikleri yönü göstererek.

                              DUYGU
                    Hafız! Ne manzarasından
                    bahsediyorsun sen? O hayvan neydi?

                              HAFIZ
                    Ayı. Sadece şirin bir ayı.

          Kenan oturduğu yerden laf atar.

                              KENAN
                    Hafız abi o ayı hepimizi sabah
                    kahvaltısı niyetine yer be.

                              RÜYA
                    Umarım bir daha karşılaşmayız o
                    şirin canavarla!

          Bir anda herkes birbirine bakar. Kenan yine muzipçe cevap
          verir.

                              KENAN
                    Tabii, oradan bir daha geçmezsek
                    karşılaşmayız herhalde?

                              HALİDE
                    Başka dönüş yolu var mı Hafız?

          Hafız aldırış etmez, ayağa kalkıp mağaranın içine girer,
          sesi derinlerden gelir.

                              HAFIZ
                    Yok. Ama siz düşünmeyin bunları.
                    Haydi bu yoldan.

          Iç/GüN, MAğARA İÇİ

          Çok loş bir ışıkta ilerliyorlar. Hafız biraz daha alçak
          sesle devam eder.

                              HAFIZ
                    Yeter ki gece karşılaşmayalım.

                              YİĞİT
                    Nasıl yani Hafız evladım? Gece
                    saldırıyor mu bu canavar?

                              HAFIZ
                    Evet ama merak etmeyin biz akşama
                    kalmaz otele dönmüş olacağız Yiğit
                    bey.

          Yiğit etrafındakileri koruyacak tonda

                              YİĞİT
                    Silahımız var mı?

                              MÜZEYYEN
                    Ay ne silahı Yiğit bey,
                    korkutuyorsun beni.

                              YİĞİT
                    Öyle deme Müzeyyen, av peşinde
                    koşarken az ayıya rastlamadım ben.
                    Hele bir keresinde...

          Kenan araya girer.

                              KENAN
                    Hah. Bir avcı hikayesi eksikti.
                    Aramızda bir İtalyan, bir Fransız,
                    bir de Laz varsa tamam olacak.

          Özgür güler yine. Halide ise sinirlenir.

                              HALİDE
                    Ben komik bir şey göremiyorum
                    burada.

                              KENAN
                    Göremezsin çünkü burası çok
                    karanlık anne.

          Özgür ve Kenan yine kikirder. Bu arada Hafız meşale gibi bir
          şey yakar, etrafları aydınlanır, sarkıtlar, dikitler...
          Büyüleyici bir manzara. Rüya hayranlıkla bir çığlık atar,
          tavana, etrafına baka baka bir kayaya doğru ilerler, elini
          bir çıkıntıya koyar. Karşısında herkes donmuş vaziyette ona
          bakıyor. Rüya anlamaz tabii, "ne bakıyorsunuz?" der gibi
          insanları süzer. Hiç biri ağzını açamıyor. Duygu çok yavaş
          hareketlerle Rüya'ya yaklaşır.

                              DUYGU
                    Rüyacığım... Kızım... Sakin ol..

                              RÜYA
                    Ne diyorsun anne ya?

                              DUYGU
                    Tamam... Şimdi, sakın... Arkana
                    bakmıyorsun, yavaşça bana doğru
                    geliyorsun.

          Kenan koşarak gelir.

                              KENAN
                    Evet Rüya, sakın arkana bakıp da
                    elini koyduğun şeyin...

          Duygu dehşet içinde Kenan'a döner. Rüya elini koyduğu yere
          bakar ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar.

                              KENAN
                    İskelet olduğunu görme...
                    Diyecektim.

          Rüya elini çektiği anda yan yana oturmuş şekilde duran,
          yanmış üç iskelet, yana doğru devrilirler, kemik sesleri
          yankılanır. Rüya korku içinde Duygu'ya sarılır.. Birkaç
          saniye sonra ne yaptığının farkına varır, annesini bırakıp
          sarılacak başka birisine bakınır, Müzeyyen hanıma sarılır.

          Keseriz.

          DIŞ/GÜN, MAĞARA İÇİ

          Aynı sahneden tekrar açılırız, ekip çember şeklinde
          toplanmış, ortalarına Hafız'ı almışlar.

                              YİĞİT
                    Hafız oğlum. Burada üç ceset var
                    yahu.

                              HAFIZ
                    Evet Yiğit ağabey. Ölmüşler
                    besbelli.

          Halide çileden çıkar.

                              HALİDE
                    Onu biz de görüyoruz Hafız!

                              ÖZGÜR
                    Hatta ölmekle de kalmayıp, yanmış,
                    küle dönmüşler.

                              KENAN
                    Hepsi resmen zenci olmuş baba ya!

          Yılmaz Emine'ye döner.

                              YILMAZ
                    Ben sana demedim mi. Laf bir
                    şekilde siyaha geliyor illa ki.

                              RÜYA
                    Şeyy.. Burada daha fazla
                    durmasak... Olur mu acaba?

                              HAFIZ
                    Hay ağzını seveyim Rüya! Evet,
                    yarım saat daha yolumuz kaldı,
                    haydi. Çok eğleneceğiz!

          Deyip yürümeye başlar, ama Duygu sanki ışık hızıyla önüne
          dikilmiştir. Burun buruna gelirler.

                              DUYGU
                    Afedersin Hafız. Benim kızım az
                    önce bir iskelete dokundu. Ve biz
                    hiç eğlenmiyoruz. Kimdi o cesetler?

                              HAFIZ
                    Biri halamın oğlu Cengiz... Diğeri
                    Mine abla... Üçüncüsü ise..

          Yapmacık hareketlerle iskeletlere doğru yaklaşır, inceler.

                              HAFIZ
                    Valla onu tanımıyorum... Of nereden
                    bileyim ben Duygu, boşverin, biz
                    yolumuza bakalım.

          DIŞ/GÜN, MAĞARA İÇİ

          Ekip sinirli biçimde yürümeye devam ediyor. Uzakta bir ışık
          görünür gibi. Kenan Rüya'nın yanına gelir.

                              KENAN
                    Rüya.

          Korkacak bir şey olmamasına rağmen Rüya boş bulunup yerinde
          sıçrar korkudan.

                              RÜYA
                    Ay ödümü kopardın! Ne var?

                              KENAN
                    Rüya durumu bir özetleyelim
                    istiyorum. Az önce karşımıza bir
                    canavar çıktı değil mi?

                              RÜYA
                    Evet, aynen öyle oldu.

                              KENAN
                    Sonra şurada üç ceset gördük değil
                    mi?

                              RÜYA
                    Ayyy!!

                              KENAN
                    Ve bizim rehberimiz bunları doğal
                    karşılıyor değil mi?

                              RÜYA
                    Evet... Eee?

                              KENAN
                    Biz buraya gelmeden önce bir uçak
                    kazası filan geçirmiş olabilir
                    miyiz sence?

                              RÜYA
                    Ay ne saçmalıyorsun sen!

                              KENAN
                    Hani dizi vardı ya, öldük herhalde
                    biz, böyle saçma şeyler ancak
                    hayaletlerin başına gelir yahu.

          Rüya şüphe içinde bakar Kenan'a, ondan sonra çığlık atarak
          kaçar. Kenan bu sefer babasının yanına gelir.

                              KENAN
                    Baba sen de soğuk hissediyor musun?
                    Ürperti gibi hani?

                              ÖZGÜR
                    Eh. Bir mağaradayız sonuçta.

                              KENAN
                    Baba...

                              ÖZGÜR
                    Efendim?

                              KENAN
                    Sana kötü bir haberim var.

          Özgür dinliyor.

                              KENAN
                    Biz... Amaan neyse, nasıl olsa
                    söylesem de kabul etmeyeceksin.

          Kenan kollarını, gövdesini elleriyle kontrol ederek
          uzaklaşır. Tam bu sırada Hafız'ın sesi duyulur, ışık iyice
          güçlenmiştir.

                              HAFIZ
                    İşte geldik bile! Sizden bir ricam
                    olacak arkadaşlar.

          Ekip neredeyse nefretle bakıyor Hafız'a.

                              HAFIZ
                    El ele tutuşmanızı ve gözlerinizi
                    kapamanızı rica ediyorum.

                              KENAN
                    Ruh çağıracaksak hiç gerek yok, ben
                    söyleyeyim.

                              HAFIZ
                    Hadi, ben söyleyene kadar gözleri
                    açmak yok!

          İsteksiz de olsa gözlerini kaparlar, el ele tutuşurlar.

          Dış/GüN, MAğARA çıKışı

          Tekrar ekibi görüyoruz, hepsi el ele tutuşmuş, gün ışığına
          çıkmışlar. Hafız bir konser öncesinde sanatçıları anons
          ediyor gibi, eliyle sahneyi göstermekte.

                              HAFIZ
                    Evet! Ta taaam!

          Hepsi gözlerini açarlar ve hızla yüzlerindeki sinirli ifade
          silinir, hepsi huşu içinde etrafını seyrediyor. Yavaş yavaş
          gevşediklerini görüyoruz. Kamera manzaraya doğru döner. Tam
          bir cennet köşesindeyiz. Bir göl, etrafında yüksek dağlar,
          gölün kıyısı ağaçlık, yeşil, mavi iç içe... Şiva çığlık
          atarak göle doğru koşar, önce sabah jimnastiği gibi
          hareketler yapar, havayı içine çeker, sonra yere oturur,
          lotus pozisyonunda meditasyona geçer. Hafız gururla göle
          doğru yürür.

                              HAFIZ
                    Size muhteşem bir yer, bir cennet
                    bahçesi olduğunu söylemiştim değil
                    mi?

          Hepsi büyülenmiş gibi. Cevap veremiyorlar. Sadece Kenan
          kendi kendine mırıldanır.

                              KENAN
                    Demek cennet bahçesi...

                              RÜYA
                    Ne var? Beğenmedin mi?

                              KENAN
                    Hıh... Beğendim.. Beğenmez olur
                    muyum hiç. Benim anlamadığım, bütün
                    bu insanlar cennete mi geldi?
                    İçimizde hiç mi günahkar yok? Bu
                    işte bir yanlışlık olmalı.

                              RÜYA
                    Ne saçmalıyorsun sen ya? Aman,
                    neyse.

          Rüya da göle doğru yürür.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Ekip göl kenarına yayılmış, geziyorlar, fotoğraf makinaları
          çıkartılmış, herkes fotoğraf çekiyor, sadece Şiva, yerde
          oturuyor, meditasyonunu bitirmiş, gözleri yarı açık,
          seyrediyor. Arka arkaya fotoğraf karelerini görüyoruz. Çok
          güzel görüntüler, göl, dağ, çiçekler, çiçeklerin üzerindeki
          böcekler vs... Son olarak bir fotoğraf makinasının gözünden
          etrafı tarıyoruz, sağa sola dönerken bir anda bir ağacın
          tepesindeki Hafız'ı görür gibi olur, farketmez devam eder,
          sonra bir anda tekrar ona döner. Hafız Tarzan gibi, üstünü
          çıkartmış, ağacın çok yüksek bir dalında duruyor. Fotoğraf
          makinasının Müzeyyen'in olduğunu anlarız. Hala fotoğraf
          makinasından görüyoruz olayları.

                              MÜZEYYEN (SES)
                    Ayyyy!! Hafız, yavrum ne yapıyorsun
                    orada?

          Hafız gururla seslenir.

                              HAFIZ
                    Göle atlayacağım Müzeyyen teyze.
                    Her geldiğimde yaparım ben bunu.

                              MÜZEYYEN (SES)
                    Ama... Allah muhafaza yavrum.. Çok
                    yükse..

          Müzeyyen daha sözünü bitiremeden Hafız dalın üzerinde bir
          yaylanır... Bir daha yaylanır... Son bir kez yaylanıp suya
          atlayacakken gümbürtüyle dal kırılır, Hafız dengesini
          kaybedip suya düşerken kafasını ağaca çarpar, birkaç tur
          dönerek suya düşer. Makina otomatiğe bağlamış şekilde bu
          düşüşü sahne sahne çekmekte.

          DIŞ/GÜN, GöL KENARI

          Göl kıyısında toplanmışlar, Hafız yerde, baygın yatıyor.
          Yiğit yaklaşır, tokat atar hafifçe, sonra biraz daha sert
          vurur. Ayılmaz. Ayılmadıkça daha sert vurur, en sonunda
          yumruğunu kaldırmış, tam vuracakken Yılmaz tutar elini.

                              YILMAZ
                    Ne yapıyorsun yahu, öldüreceksin
                    adamı.

          Emine yaklaşır. Hafız'a bakar.

                              EMİNE
                    Öldü mü yoksa?

          Yiğit katil psikolojisiyle ellerini çeker.

                              YİĞİT
                    Ben bir şey yapmadım.

          Kenan ise biraz arka planda kalmıştır, yerdeki taşlarla
          oynuyor, umursamaz biçimde.

                              KENAN
                    Ölmez. Merak etmeyin.

                              ORHAN
                    Nereden biliyorsun?

          Kenan yine bakmadan, umursamaz şekilde mırıldanır.

                              KENAN
                    Aynı suda iki kez yıkanılmaz.

          Şiva hala uzakta meditasyon pozisyonunu bozmamış, olan
          bitenle ilgilenmiyor gibi. Kenan'ın bu sözü birden ilgisini
          çeker. Hemen kalkıp yanına gelir, elini çocuğun vücudu
          etrafında gezdirir, dokunmadan.

                              ŞİVA
                    Auranı hissediyorum Kenan. Sende
                    müthiş bir enerji var.

                              ORHAN
                    Şiva, rehberimiz şurada ölü gibi
                    yatıyor, sen hala aura maura
                    peşindesin. Seni dünyamıza davet
                    ediyorum canım.

                              ŞİVA
                    Orhan! Dünyadayım ben zaten, şifa
                    göndermeye çalışıyordum. Reiki
                    yapıyordum.

          Hepsi dönüp Hafız'a bakar, kımıldamadan yatıyor hala. Önce
          Yiğit yaklaşır, nefes alıp almadığını kontrol ediyor.

                              YİĞİT
                    Nefes almıyor galiba..

          Diğerleri de Hafız'ın üzerine doğru eğilirler. Bütün kafalar
          yaklaşmış nefesini duymaya çalışırken, Hafız bir anda dehşet
          içinde bağırarak ayılır, hepsinin ödü kopar tabii, en başta
          Rüya, oturduğu yerden 2 metre öteye zıplar, çığlıklar atarak
          bir daire etrafında koşmaya başlar. Tabii sadece Kenan
          umursamaz şekilde yerdeki taşlarla oynuyor.

                              KENAN
                    Ben size demedim mi?

                              ŞİVA
                    İşte bu gerçek şifa! Görüyor musun
                    Orhan? Evrenden istedim, o da
                    verdi. İyileştirdi Hafız'ı.

                              EMİNE
                    Allahıma şükürler olsun. Dönünce
                    bir kurban keseceğim.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Hafız yerde oturuyor, etraftakiler biraz sakinlemiş, ama
          Hafız'ın bağırması durmuyor, sürekli bağırıyor, hareket de
          etmiyor. Yiğit karşısına geçer, elini gözlerinin önünde
          hareket ettirir, Hafız tepki vermiyor. Yiğit önce bir iki
          sallar, baktı yanıt almıyor, yine önce hafif, sonra güçlü
          tokatlar indirmeye başlar, sonlara doğru gözü dönüp
          yumruğunu havaya kaldırır, Yılmaz bunu görüp tekrar tutmak
          için atılır. Ağır çekime geçeriz, Yılmaz'ın eli uzanır...
          Yiğit'in yumruğu en geriye kadar açılır... Yılmaz yetişecek
          gibidir, uzanır... Ancak parmaklarının ucundan kaçırır,
          Yiğit'in yumruğu Hafız'ın suratında patlar, boks maçlarında
          olduğu gibi yanaklarının sallandığını, çenesinin sağa sola
          gittiğini görürüz. Çekim tekrar normal hızına döner. Hafız
          susar. Bir süre bakar Yiğit'e.

                              YİĞİT
                    Kusura bakma ama başka türlü
                    susmayacaktın.

          Hafız bir süre daha sessiz durur, sonra küt diye tekrar
          bayılır. Keseriz.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Bir önceki sahneye benzer şekilde açılırız. Herkes Hafız'ın
          başında toplanmış, Yiğit'i ise biraz ötede bir ağaca
          bağlamışlar sarmaşıklarla.

                              YİĞİT
                    Deli gibi bağırıyordu, ne yapayım.

                              ORHAN
                    Bu sefer kesin öldü.

          Kenan, aynı pozisyonda, taşlarla oynuyor.

                              KENAN
                    Ölmeeeez.

          Hepsi kalkıp Kenan'ın yanına gelirler bu sefer merakla.
          Halide iyice endişelenmiştir.

                              HALİDE
                    Kenan, ne yapıyorsun sen orada?

                              KENAN
                    Beş taş oynuyorum.

                              HAFIZ
                    Peki ama neden?

          Herkes dönüp dehşet içinde Hafız'a bakar. Kalkmış, yanlarına
          gelmiş. Ama biraz garip davranıyor, anlamaya çalışır gibi
          etrafına bakar.

                              HAFIZ
                    Size muhteşem bir yer, bir cennet
                    bahçesi olduğunu söylemiştim değil
                    mi?

          Ancak kendisi de bu konuşmada bir gariplik olduğunu
          hissetmiştir, anlayamaz, gözlerini kısar, başını kaşır.

                              HAFIZ
                    Yaaa...

          Birden az önce atladığı ağacı görür. Üstündeki tişörtü
          çıkartmaya çalışır ama zaten tişört yoktur üzerinde. Ağaca
          doğru bakar.

                              HAFIZ
                    Hay allah yahu!

                              ORHAN
                    Ne oldu?

                              HAFIZ
                    Hiç... Şuradaki dala çıkıp göle
                    atlardım hep buraya gelince.

          Duygu yaklaşır bu sefer

                              DUYGU
                    Hafız!

                              HAFIZ
                    Ama dal kırılmış maalesef. Tüh
                    yahu.

          Halide girer araya

                              HALİDE
                    Şaka yapıyorsun değil mi Hafız?

                              HAFIZ
                    Ne şakası canım! Sahiden atlardım.

                              RÜYA
                    Az önce atladın zaten.

                              HAFIZ
                    Yok canım!

                              RÜYA
                    Evet!

          Hafız etrafına bakınır.

                              HAFIZ
                    Şaka yapıyorsunuz değil mi?

          Uzunca bir sessizlik olur. Orhan toparlanır en kısa sürede.

                              ORHAN
                    Hemen otele haber vermemiz lazım.
                    Telefon... Telefonun nerede Hafız?

          Hafız tişörtünü çıkardığı yeri işaret eder.

                              HAFIZ
                    Şuraya çıkartmıştım.

          Herkes bir kez daha susar.

                              RÜYA
                    Eee, bunu nasıl hatırlıyorsun o
                    zaman?

          Hafız'ın aklı karışmıştır.

                              HAFIZ
                    Tişörtümü çıkartıp oraya
                    koymuştum...

                              DUYGU
                    Hah. Evet! Peki sonra?

          Hafız düşünür düşünür...

                              HAFIZ
                    Sonrası... Yok...

                              DUYGU
                    Şaka yapıyorsun değil mi?

          Orhan ise telefonu alıp gelmiştir bile. Kurcalar, açmaya
          çalışır. Kenan uzaktan seslenir yine bilmiş bilmiş.

                              KENAN
                    Çekmez buradan çekmeeeez.

                              ORHAN
                    Hah. Açılıyor... Eee.. Pin kodu
                    istiyor. Pin kodu ne Hafız?

          Hafız boş boş bakar. Orhan telefonu gösterir, sanki görünce
          hatırlayacakmış gibi.

                              ORHAN
                    Pin kodu diyorum Hafız. Senin
                    telefonun bu. Nasıl açacağız?

                              HAFIZ
                    Hatırlamıyorum!

                              ORHAN
                    Şaka yapıyorsun değil mi?

                              RÜYA
                    Ayy! Hepiniz şaka yapıyor
                    olmalısınız?

          Herkes birbirine bakar. Müzeyyen hanım Yiğit beyin yanına
          gider, onu çözmeye başlar.

                              MÜZEYYEN
                    Valla herkes birbirine şaka yapıyor
                    ama ben bir şey anlamadım Yiğit
                    bey.

          Duygu söylenmektedir. Şiva'ya doğru ters ters bakarak
          konuşur.

                              DUYGU
                    Ve başka hiç birimizde telefon yok,
                    değil mi?

          İÇ/GÜN, OTEL ODASı

          Otel odasında, yolculuğa çıkmadan önceki dakikalardayız.
          Ekip otel odasında toplanmış, Şiva çok bilmiş şekilde
          insanları ikna etmeye çalışıyor.

                              ŞİVA
                    Lütfen arkadaşlar, hayatınızda bir
                    kez olsun bırakın şu cep
                    telefonlarını. Bakın, doğayla iç
                    içe olmaya gidiyoruz, ne gerek var
                    bu büyülü ortamı ürettiğimiz radyo
                    dalgalarıyla kirletmeye?

                              HALİDE
                    Aman ne olacak Şiva, çok istiyorsan
                    kapalı tutarız.

          Şiva yaklaşıp elini Halide'nin omzuna koyar.

                              ŞİVA
                    O telefonun cebimizdeki varlığı
                    bizi doğadan uzaklaştırmaya yeter
                    Halide, emin ol!

          İnsanlar pek ikna olmamışlar, evirip çeviriyorlar cep
          telefonlarını.

                              YİĞİT
                    İyi de ya başımıza bir şey gelirse?

                              ŞİVA
                    Hafız'ın telefonu var ya Yiğit bey.
                    O alsın bir tek, yeterli.

                              DUYGU
                    Ya Hafız'a bir şey olursa?

          Hafız abartılı bir şekilde güler.

                              HAFIZ
                    Bir saniye arkadaşlar! Ben bu
                    ekibin rehberiyim. Durun biraz.
                    Bana bir şey olursa bilin ki daha
                    önce size bir şey olmuştur.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Duygu Şiva'nın konuşmasını taklit eder;

                              DUYGU
                    Ne gerek var bu büyülü ortamı radyo
                    dalgalarıyla kirletmeye...

          Duygu eliyle Hafız'ı gösterir. Şiva suçluluk psikolojisiyla
          kendini savunmaya başlar.

                              ŞİVA
                    Ama canım nereden bilebilirdim
                    Hafız'ın bu hale geleceğini. Hem
                    evrende her şeyin bir sebebi...

          Hafız diklenir.

                              HAFIZ
                    Bir saniye arkadaşlar, ne varmış
                    benim halimde?

          Özgür yaklaşır,

                              ÖZGÜR
                    Biraz sakin olalım. Öncelikle
                    Hafız, bizi otele geri götürebilir
                    misin? Yolu bulabilir misin?

          Hafız bir süre düşünür.

                              HAFIZ
                    Bulurum tabi canım, o kadar da
                    değil.

          Herkes bir an için rahatlar. Hafız etrafına bakınır, sonra
          mağaranın olduğu tarafa değil, başka tarafa doğru yürür.
          Yiğit peşinden koşup tutar onu.

                              YİĞİT
                    Hafız, evladım, mağaradan geldik
                    ya, mağara şu tarafta.

                              HAFIZ
                    Haaa.. Mağara, doğru ya...

          Bir süre düşünür.

                              HAFIZ
                    Mağara mı? Hangi mağara?

          Yiğit konuya hakimmiş gibi Hafız'ın koluna girer, mağaraya
          doğru götürür, bu arada Kenan kendi kendine kıkırdamakta.

                              KENAN
                    Tam lost olduk iyi mi. Haha.

                              HALİDE
                    Kenan ne saçmalıyorsun sen hala?

                              KENAN
                    Boş koy anne, boş koy. Rahatla,
                    relaks. Cennet bahçesindeyiz bak.

          Halide bir süre cevap verip vermemeyi düşünür, sonra sinirle
          döner Hafız'ın arkasından yürür. Yiğit'le Hafız mağazanın
          girişindeler. Hafız etrafına bakınıyor.

                              YİĞİT
                    İçeri girince hatırlarsın eminim.

          Birlikte aralıktan girip kaybolurlar.

          DIŞ/GÜN, KAYALIK

          Biraz sonra mağaranın daha yükseğinde, kayalığın aralığından
          ikisi çıkarlar ortaya.

                              YİĞİT
                    Yok yok buradan değil.. Gel..

          Tekrar içeri çeker Hafız'ı.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Ekip Yiğit ile Hafız'ı beklerken, onlar birden arkalarındaki
          bir ağaçlıktan çıkarlar ortaya.

                              HAFIZ
                    Nasıl geldik biz buraya?

                              YİĞİT
                    Dur ben de anlamadım. Anlarız. Gel.

          Tekrar çeker Hafız'ı, yok olurlar.

          DIŞ/GÜN, AĞAÇLIK

          Bir süre sonra, bu sefer gölün karşı kıyısında, tamamen
          alakasız bir yerden ortaya çıkarlar. Yiğit elini beline
          koyar, etrafına bakar, başını sallar, tekrar yok olurlar.

          DIŞ/GÜN, GÖL

          (Arka arkaya sahnelerde Yiğit ve Hafız'ın garip yerlerden
          ortaya çıkışını görüyoruz)

          Gölün tam ortasında sudan kafalarını çıkarıp etrafa
          bakınırlar.

          DIŞ/GÜN, MAĞARA ÇIKIŞI

          Geldikleri kapıdan çıkarlar tekrar. Yiğit yine başını
          sallar, geri dönerler.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          İnsanların bulundukları yere tepeden düşerler bu sefer.
          Yiğit ve Hafız, nereden düştüklerine bakarlar, ama anlamayıp
          kafa sallar, tekrar mağaradan girerler.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Bir kez daha ekibin üzerine gökten düşerler.

          DIŞ/GÜN, GÖL

          Yine gölün ortasından Yiğit'in başı çıkar ortaya, Hafız ise
          arkadaki ormanda, ağaçlıkların arasından görünür.

          DIŞ/GÜN, GÖL

          Bu sefer ikisi birden göle düşerler bir yerden.

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Akşam saatleri olmuş, hava hafif kararmaya başlamış, ekip,
          "ada konseyi" bir çember yapmış. Yiğit ve Hafız da
          aralarında.

                              HAFIZ
                    Bu işte bir gariplik var
                    arkadaşlar! Ben sanırım hafızamı
                    kaybettim.

          Duygu alkışlar.

                              DUYGU
                    Deme?!

                              YILMAZ
                    Ee? Nasıl geri döneceğiz peki? Sen
                    getirdin bizi buraya, sen geri
                    götüreceksin.

                              DUYGU
                    Güzel söyledin Yılmaz, kaç saattir
                    görüyoruz bizi nasıl geri
                    götüreceğini. Onun peşinden gidip
                    gözümü kuzey kutbunda açmak
                    istemiyorum ben!

                              RÜYA
                    Amma uçtun ha anne!

                              KENAN
                    Öyle deme Rüya. Sen dua et kara
                    duman filan yok. Henüz.

                              DUYGU
                    Amaaan!

          Duygu sinirlenip arkasını döner. Yılmaz da çileden
          çıkmıştır.

                              YILMAZ
                    Hay canına yandığımın! Ne talihsiz
                    bir adamım ben yahu!

          Yılmaz'ın siyah yüzüne odaklanırız bir süre.

          İÇ/GÜN, HASTANE ODASI

          Bir hastane odasındayız, doktor eliyle kapkara bir çocuk
          tutuyor, yeni doğmuş. Anne, baba, ikisi de beyaz. Şaşkınlık
          ve dehşet içinde çocuğa bakıyorlar. Doktor kekeler..

                              DOKTOR
                    Bu.. Bu... Yüz milyarda bir olan
                    bir durum... Yani... Mümkün ama...
                    Eh...

          DIŞ/GÜN, GÖL KENARI

          Tekrar Yılmaz'ın yüzünden açılırız. Halide yaklaşır, ters
          ters bakar.

                              HALİDE
                    Bizi de düz tabanlığına ortak ettin
                    yani.

          Özgür yetişir.

                              ÖZGÜR
                    Saçmalama Halide, ne alakası var!

                              HALİDE
                    Öyle değil mi ama? İçimizde beyaz
                    bir anne babadan siyah doğmayı
                    becerebilmiş tek bir kişi var, onun
                    katıldığı yolculukta da bu... bu...
                    lanet yerde kayboluyoruz. Tesadüfe
                    bakın!

                              YILMAZ
                    Hah. Bravo! Yabancılaştırın beni,
                    kurtulun değil mi? Ne kolay.

                              EMİNE
                    Halide gerçekten kendinden
                    utanmalısın.

          Yılmaz hem sinirli hem de kırgın bir şekilde yerden taş
          alır, göle fırlatır, taş göle düşer. Herkes dalgın.
          Sessizlik. Taşın su yüzeyinde oluşturduğu halka yayılır...
          Gölün üzerinden bir kuş geçer... Bir anda bir canavar suyun
          içinden fırlar, kükreyerek havadaki kuşu kapıp tekrar suyun
          içinde yok olur. Ekiptekilerin bağrışını duyarız sadece.
          Hepsi anında yok olurlar, Hafız hariç.

          DIŞ/GÜN, MAĞARA ÇIKIŞI

          Hepsi sırtlarını mağaraya dayamışlar, Rüya Duygu'nun
          bacağına sarılmış, ekipteki tüm kadınlar erkeklerin arkasına
          saklanmış durumda. Tir tir titriyorlar. Hafız ise gölden
          onlara doğru yürüyor.

                              HAFIZ
                    Arkadaşlar merak etmeyin, bugüne
                    kadar gölden çıktığı görülmedi, çok
                    uysaldır.

          Duygu sırtını duvardan ayırmadan bağırır avazı çıktığı
          kadar.

                              DUYGU
                    Uysalmış! Manyak herif! Ne biçim
                    bir yere getirdin bizi!

          Rüya gözlerini kapamış, saklanıyor.

                              RÜYA
                    Getirdiği yetmedi, dönemiyoruz da.
                    Burası cehennem... Allahım!

                              KENAN
                    Yaa... Göl manzarasını görünce
                    cennet, canavar çıkınca cehennem
                    değil mi? Haha. Ben sana
                    söylemiştim Rüya, hiç olacak şey mi
                    bu, hangi devirde yaşıyoruz,
                    canavar çıkıyor gölden yahu. Hala
                    anlayamadınız mı olan biteni?

                              RÜYA
                    Sen ne anladın Kenan? Bize de anlat
                    o zaman biz de bilelim!

                              KENAN
                    Anladım anlamasına da. Ne oldu biz
                    buraya düştük, ben de onu
                    hatırlayamıyorum.

                              HAFIZ
                    Yapmayın arkadaşlar. Evlerinizden
                    binlerce kilometre uzaktasınız.
                    Şehirde gördüğünüz hayvanlardan
                    olmayabilir, ama sonuçta buraları
                    için doğal şeyler bunlar.

                              HALİDE
                    Yaa senin de aklın bir gidip bir
                    geliyor.

                              ORHAN
                    Aklı geldiğinde bir işimize
                    yaramıyor ama nedense.

          Hafız yanlarına gelmiştir.

                              HAFIZ
                    Arkadaşlar, sakin olalım. Şu
                    gerçeği kabul edelim, ben hafızamı
                    kaybettim ve dönüş yolunu da bir
                    tek ben biliyorum... Yani;
                    biliyordum. Olay bu kadar net.

                              DUYGU
                    Aman ne güzel durum analizi
                    yapıyorsun!

                              HAFIZ
                    Ölene kadar böyle kalmayacağım ya
                    ben de. Hele bu geceyi burada
                    geçirelim, sabah ola hayrola.

                              HALİDE
                    Nee! Geceyi burada mı geçirelim?
                    Gölde canavar var be!

                              YILMAZ
                    Canavar olmasa da ben varım, illa
                    bir terslik çıkarırım, değil mi?

                              EMİNE
                    Tamam Yılmazcığım, uzatma sen de.

                              HAFIZ
                    Öncelikle bir ateş yakmalıyız,
                    burada gece çok soğuk olur.
                    Mağaranın içinde geceyi
                    geçirebiliriz. Hem şanslıyız,
                    yağmur yağmıyor.

                              RÜYA
                    Mağara mı??? Ben hayatta girmem
                    oraya!

          Bu sırada Şiva Hafız'ın yanına gelmiştir.

                              ŞİVA
                    Hafız, otursana şöyle, sana şifa
                    vereceğim, hissediyorum. Tam şu
                    anda, müthiş bir enerji var
                    ortamda.

          Hafız oturur, Şiva elini Hafız'ın başına koyar, daha koyduğu
          anda derinlerden bir gökgürültüsü duyulur ve anında
          bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Şiva huşu
          içinde gökyüzüne bakarken tüm ekip öfkeyle ona bakıyor.

                              ŞİVA
                    Arkadaşlar! Bu bir işaret. Görmüyor
                    musunuz? Enerji boşalması.

          Hafız'a doğru eğilir, iki saniyede sırılsıklam olmuşlar,
          saçlarından su damlıyor Hafız'ın suratına.

                              ŞİVA
                    Hatırlıyor musun bir şeyler
                    Hafızcığım?

          Hafız boş boş bakar Şiva'nın suratına.

          İÇ/GECE, MAĞARA

          Mağaranın içine kaçmışlar belli ki, dışarıda hala yağmurun
          sesi geliyor, kuytu bir köşede bir ateş yakmışlar, etrafında
          ısınmaya çalışıyorlar ama hepsi sırılsıklam.

                              HAFIZ
                    Daha önce başıma gelmemişti böyle
                    bir şey.

                              KENAN
                    Gelse hatırlar mıydın sanki Hafız
                    abi?

          Özgür gülmemek için kendini sıkar, Halide ise sinirlenip bir
          şaplak indirir Kenan'ın kafasına.

                              HALİDE
                    Kenan sus!

                              HAFIZ
                    24 saat çok önemli. Büyük
                    heyecanlar yaşamadan bu 24 saati
                    atlatırsam hafızamın geri
                    geleceğinden eminim ben.

                              DUYGU
                    Ay çok rahatlattın bizi Hafız. Sana
                    güvenebileceğimizi biliyordum ben.
                    Sağol.

          Hafız esner.

                              HAFIZ
                    Valla ister güven ister güvenme
                    Duygu. Şimdi uyusak iyi olur.

                              YİĞİT
                    Olmaz, beyin kanaması tehlikesine
                    karşılık uyumaman lazım senin şu
                    anda.

                              ORHAN
                    Yiğit bey, bırakın uyusun. Ne
                    yapacağız, beyin kanaması
                    geçirdiyse doktor mu çağıracağız?

          Herkes yavaş yavaş bir köşeye kıvrılır...

          İÇ/GECE, MAĞARA

          Gece ilerleyen saatler, ateş yanmaya devam ediyor, sadece
          Yiğit ateşin başında, bir şeyler atıp ateşi besliyor. Derin
          bir sessizlik, yanan dalların çıtırtısı. Bir süre sonra
          mağazanın ağzında bir karaltı görürüz, aralıktan giren ışık
          gittikçe azalır, azalır. Yiğit farkında değil, ateşle
          oynuyor hala. Mağaranın kapısından bir hayvanın içeriye
          baktığını görürüz, çok karanlık olduğu için anlaşılmaz, bir
          süre sonra hayvanın içeri uzattığı başı ateşe yaklaşır,
          gölden fırlayan canavardır bu. Ejderha gibi bir görüntüsü
          var, kapının yakınlarında uyumakta olan Hafız'a döner, burnu
          ona neredeyse bir karış mesafede. Hafız uykusunda eşelenir,
          sağa sola dönerken eli hayvanın burnuna gelir. Hala uykuda.
          Eliyle bunun ne olduğunu yoklar bir süre. Yiğit neden sonra
          arkasını döner, elbette gördüğü sahne karşısında buz keser.
          Arkadan eliyle bir yanan ateşin kenarından bir tahta
          parçasını tutmaya çalışır, o sırada Hafız gözlerini açar.

          Keseriz.

          BÖLÜM SONU.