Pazar, Nisan 20, 2014

m022-Nuh, Tufan Büyük Nemesis Küçük

Bu yazı Nuh, Büyük Tufan filmi ile ilgili spoiler içeriyor, filmi izlememiş ve izlemeyi planlıyor olanların okumaması tavsiye edilir.

Uyduruk bir Amerikan klişe filmi izleyeceğimi düşünerek gittiğim için pek hayal kırıklığına uğramadım. Ne yalan söyleyeyim, en son Batman-Dark Knight’a benzer düşüncelerle gitmiş, ama çok güçlü bir senaryoyla, sersemlemiş şekilde filmden çıkmıştım.

Büyük Tufan da buna yakın bir etkiyi bırakabilecekmiş gibi beni umutlandırarak ilerledi, ama bu başarıya ulaşamadı.

Bir film seyirciye “ben o durumda olsam ne yapardım?”diye sordurabiliyorsa başarılı olmaya çok yakındır. Bu filmde de Nuh Peygamber, hayatı boyunca yaradanın kurallarına uygun yaşadıktan sonra dünyanın kurtuluşu için kendisinin görevlendirildiğine kanaat getiriyor, ve bir noktadan sonra kendisinin ve ailesinin de, kısaca tüm insan ırkının yok olması gerektiğini algılıyor. O andan sonra, gemi ile kurtulurlarken etraflarında çığlıklar atarak yardım isteyen, büyük ihtimalle içlerinde masumların da olduğu bir çok insana yardım eli uzatmıyor, ama bundan çok daha önemlisi, büyükbabanın mucizesine kadar kısır olan üvey kızının hamile olduğunu öğrendikten sonra doğacak çocukları da öldürmesi gerektiğini söylüyor.

Yani kısaca filmin temel meselesi, yaradana tartışmasız bir inançla bağlı olan Nuh’un, canından çok sevdiği ailesinin bir ferdini öldürüp öldüremeyeceğidir, bunu söyleyebiliriz. Bu, tek başına sahiden de hayli güçlü bir çatışma. Bunları yaşarken Nuh’un çektiği acıyı görmek, filmi güçlendiriyor.

Ama bu temel çatışmayı çok zayıflatan bazı unsurlar var. Öncelikle Nuh, ilk dakikadan itibaren yaradana öylesine sağlam bir inanç ile bağlı ki, insanlığın soyunu kurutarak dünyayı kurtaracak olduğundan zerre kadar şüphe duymuyor. Bu sarsılmaz inanç, her türlü çatışmayı zayıf hale getiriyor, çünkü her durumda, önüne gelecek herkesin ölmesini göze alabilecek kadar güçlü olduğunu düşünüyoruz. Tamam, verdiği karar insan olarak çok acı verici ama insaf! Bir yanda kendi ailesine olan sevgisi, diğer yanda insandan arındırarak kurtaracağı bütün dünya var. Üstelik yaradana ulaşarak alacağı hediyenin de büyüklüğü hiç bir dünyevi zevkle kıyaslanamaz. Az önce, sırf üremesinler diye oğlunun sevgilisini ölüme terketmiş, geminin dışında çığlıklar atarak ölen binlerce insana yardım etmemiş bir peygamber için ailesinden iki kişiyi tüm dünyayı kurtarmak uğruna öldürmek de çok büyük mesele değil diye düşünüyoruz.

Bence bu çatışma ancak Nuh’un, verdiği karardan de yüzde yüz emin olamamasını sağlayabilecek bir şeyler olsaydı yeterince güçlü olabilirdi.

Oysa senaristler bunun yerine Nuh’a engeli, gemiye kapak atan ve kaba güçle onu alt etmeyi planlayan bir insan (kral) ile oluşturmayı tercih etmişler. İşin doğrusu kralın yaşam motivasyonu belki de karakterler içinde en tutarlısı. Bu yolda Nuh’un oğlunu kullanması da güzel bir dramatik unsur. Ama Nuh’un içsel yolculuğuyla etkilenmemiz gerekirken mesele “acaba bu kral Nuh’u öldürüp de insan ırkının devam etmesine sebep olacak mı?” haline geliyor, ki zaten böyle bir şey olmadığını bildiğimiz için bizi pek de etkilemiyor.

Ancak bence senaryodaki en büyük hata, burada Nuh’un “düşmanı” olan kişilerin motivasyonu. Nuh’a son derece bağlı olan karısı, birlikte ölüp gitmeyi bir şekilde kabul etmişken kısır olan kızın hamile kalmasını sağlıyor. İnsanoğlu’nun soyunun tükenmesi gerektiğine inanmışken öylesine basit bir sebeple kız hamile kalsın istiyor ki, insan hayret ediyor. Eğer Nuh’un karısının “Nuh yanılıyor olabilir, aslında soyumuzun sürmesi gerekir” diye düşündüğüne inanıyor olsaydık bu çabasını haklı görürdük, ama o sanki sırf çocukları güzel güzel seks yapabilsin diye bunu istemişe benziyor. Bu da doğal olarak, hikayenin temelinde çatışmanın etkisini azaltıyor.

Hal böyle olunca seyirci olarak, Nuh’un neden çocuklar sadece kız olurlarsa öldüreceğini anlayamıyoruz. Sonuçta o anda gemideki en büyük tehlike doğacak olan çocuklar değil, zaten doğurgan olan üvey evlat. O kız hayatta olduğu sürece birilerinin şeytana uyacağı ve yeni çocuklar doğrulacağı kesin.

Batman Dark Knight’taki iç mücadele ne kadar güçlü işlenmişse, burada o kadar zayıf işlenmiş.


Filmin sonlarında Nuh’un deniz kenarında kumsalda kendisini şaraba vurduğu sahneyi ise, unutmak istiyorum!