Bana Masal Anlatma, son zamanlarda izlediğim en iyi Türk komedi filmi. Çıtayı Eyvah Eyvah(lar)’dan daha yükseklere çıkardığını söyleyebilirim. Burak Aksak bence Leyla ile Mecnun ile başlayan yolculuğunda absürd komedi ile durum komedisini gittikçe daha başarılı şekilde dengeliyor. Zaman zaman çok “damardan” absürd espriler olmasına rağmen film bir mahalle hikayesi sıcaklığını asla kaybetmiyor.
Filmin temel meselesi kahramanımız Rıza’nın, masallar prensesi Ayperi’nin sevgisini kazanıp kazanamayacağı olmasına rağmen bu yolculukta aslında pek elle tutulur bir çatışma da yaşamıyor. Buradaki tek zorluk Ayperi’nin kendi kahramanının yüzü yaralı olması gerektiğine ve alevler arasından çıkıp geleceğine inanması gibi görünüyor. Müteahhit Timur’un oğlu, sadece yüzündeki yara izi yüzünden bir rakip gibi ortaya çıkıyor ama Rıza’dan en büyük farklılığı zenginliği olmasına rağmen Ayperi’nin bu zenginlikte gözü yok... Bu yüzden Rıza’nın “zengin rakibi”yle mücadelesi de çok çarpıcı olamıyor.
Neyse ki film, güzel komedi temposuyla bu zaafiyeti bize hissettirmiyor.
Ancak bunun dışında tempoyu zaman zaman çok düşüren birkaç noktayı eleştirmek istiyorum.
Öncelikle müteahhit Timur ve yabancı ortakların hikayesi hem çok eğreti durmuş, hem de yabancı ortaklar o kadar salak insanlar gibi resmedilmiş ki bu gerçekçi mahalle kompozisyonu içinde rahatsız edici şekilde göze batıyorlar. Mesela bu üç adamın tercümansız bir şekilde mahalleye gelmiş olabileceklerine inanmadığımız için bu sahnelere bağlanmakta zorlanıyoruz.
Timur çok paragöz bir adam ve bu yabancıları, binaları satın almamış olmasına rağmen almış gibi kandırıyor (bu adamlar nasıl buna kanıyorlar meçhul). Ama bu bilgi bizde bu kandırmacanın bir şekilde hikayeye katkıda bulunacağı beklentisini oluşturuyor, oysa ki olaylara hiç bir etkisi olmuyor. Ayrıca bir şekilde sadece madamın evini satın alsalar iş bitecekmiş gibi konuşmalar dönüyor, oysa daha mahallede hiç bir bina satın alınmamış. Kafamıza yatmıyor.
Timur ve yabancı ortakların ilk buluştukları yemekte yapılan çok basit ve temel bir senaryo hatası var. Aynı konuşmaları önce Türkçe sonra bire bir İngilizce dinlemek çok sıkıcı ve bizi filmden koparıyor.
Aynı yemekte Neriman’ın sofrayı terketmesinin de bizim hikayemize hiç bir katkısı yok. Filmden çıkarılsa Rıza’nın hikayesi hiç etkilenmez. Yani diyebilirim ki bu kadroya ayrılan 10 dakikalık süre 2 dakikaya filan düşürülebilirdi ve film hiç bir şey kaybetmez, tam aksine, kazanırdı.
Ben bir adım daha ileri gidip, Jilet ile Neriman’ın hikayesinin de aslında bu senaryoda yeri olmaması gerektiğini iddia edeceğim. Evet, maalesef! (Bkz Kill Your Babies) Hem Gökçe Bahadır, hem Gürkan Uygun, kendilerine ayrılan sürede harika bir oyunculuk sergiliyorlar, ama Rıza’nın hikayesine o kadar az bir etkileri var ki. Jilet ile Rıza arasında bir abi kardeş ilişkisi var ama, Jilet’in Rıza için önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu söylemek çok zor. Neriman para için Jilet’i terketmiş. Ayperi ile Neriman arasında ise bir benzerlik kuramıyoruz. Bu yüzden Rıza ile Jilet’in arasında bir bağlantı kurmak da güçleşiyor.
Filmin başında Rıza’nın aşık olduğu üniversite öğrencisi kızın hikayesinin de küt diye senaryodan çıkması garip. Belki bunu bir “twist”, yani hikayede ani dönüş olarak görebilirdik ama öğrenci nişanlı olduğunu söylüyor ve Rıza gece vakti mucizevi şekilde Ayperi’yi görüyor. Öncesi ve sonrasında birbiriyle pek de bağlantısı olmayan bu hikayeler arasındaki geçişi “twist” değil de “küt diye” olarak adlandırmamın sebebi bu olsa gerek.
Son olarak, filmin montajında bir problem olduğunu zannediyorum. Rıza’nın üniversite dergisindeki röportaj için kızla yaptığı muhabbet filmin bir noktasında başlıyor, sonra kavga çıkıp Rıza suratından yaralanıyor, sonra ikisini yine aynı bankta görüyoruz, Rıza’nın yüzünde yara yok ve eski olayları anlatmaya devam ediyor... Ya ben bu anlatımda bir şeyleri atladım, ya da montajda sıralamada bir hata yapılmış.
Yine Rıza’nın Ayperi’yle yaptığı konuşma ve tokat yemesinin hemen bir sahne sonrasında zengin çocuğunun Ayperi’yi evinden alması da bende bir “neler oluyor?” tepkisi uyandırdı. Sanki film daha uzunmuş da bir şekilde kısaltılmaya çalışılmış.
Sonuçta, her zaman iddia ettiğim gibi, güzel filmlerin birkaç hata yapmak lüksü oluyor. Bana Masal Anlatma’daki hatalar, bizi filmden koparacak kadar çok ve etkili değil. Geri kalan süredeki komedinin güçlülüğü bunları göz ardı etmemize yetebiliyor. Bu sayede suratımızda büyük bir gülümseme ile salondan çıkıyoruz.
Jilet-Neriman hikayesi ve üniversite öğrencisi kızın rolü hakkındaki saptamalarım tartışılabilir, ancak bence tek tartışılamayacak hata “Timur ve arkadaşları”. Senaryodaki diğer karakterler için gösterilen özen bu kişiler için de gösterilebilmiş olsaydı sahiden dadından yenmeyecekti.
Ben bir kez daha bu kadar güzel bir filmin çok basit ve temel birkaç hata ile “olağanüstü” kategorisinden “çok güzel” kategorisine inmiş olmasından üzüntü duyuyorum.
Neyse. O kadar kusur Bana Masal Anlatma’da bile olur.
Ben de, artık böyle çok beğendiğim filmlerin sadece olumsuz yanlarını değil, olumlu yanlarını da detaylı tasvir edebilecek şekilde kendimi geliştirmeliyim sanırım...