Bu yazı Nuh, Büyük Tufan filmi ile ilgili spoiler içeriyor,
filmi izlememiş ve izlemeyi planlıyor olanların okumaması tavsiye edilir.
Uyduruk bir Amerikan klişe filmi izleyeceğimi düşünerek
gittiğim için pek hayal kırıklığına uğramadım. Ne yalan söyleyeyim, en son
Batman-Dark Knight’a benzer düşüncelerle gitmiş, ama çok güçlü bir senaryoyla,
sersemlemiş şekilde filmden çıkmıştım.
Büyük Tufan da buna yakın bir etkiyi bırakabilecekmiş gibi beni
umutlandırarak ilerledi, ama bu başarıya ulaşamadı.
Bir film seyirciye “ben o durumda olsam ne yapardım?”diye
sordurabiliyorsa başarılı olmaya çok yakındır. Bu filmde de Nuh Peygamber,
hayatı boyunca yaradanın kurallarına uygun yaşadıktan sonra dünyanın kurtuluşu
için kendisinin görevlendirildiğine kanaat getiriyor, ve bir noktadan sonra
kendisinin ve ailesinin de, kısaca tüm insan ırkının yok olması gerektiğini
algılıyor. O andan sonra, gemi ile kurtulurlarken etraflarında çığlıklar atarak
yardım isteyen, büyük ihtimalle içlerinde masumların da olduğu bir çok insana
yardım eli uzatmıyor, ama bundan çok daha önemlisi, büyükbabanın mucizesine
kadar kısır olan üvey kızının hamile olduğunu öğrendikten sonra doğacak
çocukları da öldürmesi gerektiğini söylüyor.
Yani kısaca filmin temel meselesi, yaradana tartışmasız bir
inançla bağlı olan Nuh’un, canından çok sevdiği ailesinin bir ferdini öldürüp
öldüremeyeceğidir, bunu söyleyebiliriz. Bu, tek başına sahiden de hayli güçlü
bir çatışma. Bunları yaşarken Nuh’un çektiği acıyı görmek, filmi güçlendiriyor.
Ama bu temel çatışmayı çok zayıflatan bazı unsurlar var.
Öncelikle Nuh, ilk dakikadan itibaren yaradana öylesine sağlam bir inanç ile
bağlı ki, insanlığın soyunu kurutarak dünyayı kurtaracak olduğundan zerre kadar
şüphe duymuyor. Bu sarsılmaz inanç, her türlü çatışmayı zayıf hale getiriyor,
çünkü her durumda, önüne gelecek herkesin ölmesini göze alabilecek kadar güçlü
olduğunu düşünüyoruz. Tamam, verdiği karar insan olarak çok acı verici ama
insaf! Bir yanda kendi ailesine olan sevgisi, diğer yanda insandan arındırarak
kurtaracağı bütün dünya var. Üstelik yaradana ulaşarak alacağı hediyenin de
büyüklüğü hiç bir dünyevi zevkle kıyaslanamaz. Az önce, sırf üremesinler diye
oğlunun sevgilisini ölüme terketmiş, geminin dışında çığlıklar atarak ölen
binlerce insana yardım etmemiş bir peygamber için ailesinden iki kişiyi tüm
dünyayı kurtarmak uğruna öldürmek de çok büyük mesele değil diye düşünüyoruz.
Bence bu çatışma ancak Nuh’un, verdiği karardan de yüzde yüz
emin olamamasını sağlayabilecek bir şeyler olsaydı yeterince güçlü olabilirdi.
Oysa senaristler bunun yerine Nuh’a engeli, gemiye kapak
atan ve kaba güçle onu alt etmeyi planlayan bir insan (kral) ile oluşturmayı
tercih etmişler. İşin doğrusu kralın yaşam motivasyonu belki de karakterler
içinde en tutarlısı. Bu yolda Nuh’un oğlunu kullanması da güzel bir dramatik
unsur. Ama Nuh’un içsel yolculuğuyla etkilenmemiz gerekirken mesele “acaba bu kral
Nuh’u öldürüp de insan ırkının devam etmesine sebep olacak mı?” haline geliyor,
ki zaten böyle bir şey olmadığını bildiğimiz için bizi pek de etkilemiyor.
Ancak bence senaryodaki en büyük hata, burada Nuh’un “düşmanı”
olan kişilerin motivasyonu. Nuh’a son derece bağlı olan karısı, birlikte ölüp
gitmeyi bir şekilde kabul etmişken kısır olan kızın hamile kalmasını sağlıyor.
İnsanoğlu’nun soyunun tükenmesi gerektiğine inanmışken öylesine basit bir
sebeple kız hamile kalsın istiyor ki, insan hayret ediyor. Eğer Nuh’un karısının
“Nuh yanılıyor olabilir, aslında soyumuzun sürmesi gerekir” diye düşündüğüne
inanıyor olsaydık bu çabasını haklı görürdük, ama o sanki sırf çocukları güzel
güzel seks yapabilsin diye bunu istemişe benziyor. Bu da doğal olarak,
hikayenin temelinde çatışmanın etkisini azaltıyor.
Hal böyle olunca seyirci olarak, Nuh’un neden çocuklar
sadece kız olurlarsa öldüreceğini anlayamıyoruz. Sonuçta o anda gemideki en
büyük tehlike doğacak olan çocuklar değil, zaten doğurgan olan üvey evlat. O
kız hayatta olduğu sürece birilerinin şeytana uyacağı ve yeni çocuklar
doğrulacağı kesin.
Batman Dark Knight’taki iç mücadele ne kadar güçlü
işlenmişse, burada o kadar zayıf işlenmiş.
Filmin sonlarında Nuh’un deniz kenarında kumsalda kendisini
şaraba vurduğu sahneyi ise, unutmak istiyorum!